Reviewed by Av. Tuğsan YILMAZ on Apr 10
Rating:
İnsanoğlunun var olmasıyla birlikte özellikle kadınlar ve erkekler arasında kurulan ilişkilerde kendini gösteren kıskançlık, ilişkinin yitirilme korkusu ya da tehdit altında olduğu sanısına kapılarak yaşanan karmaşık bir ruhsal yaşantı olarak tanımlanmaktadır.
Kıskançlık, sonradan öğrenilen bir duygu olmakla birlikte dozunun ayarlanamamasıyla birlikte beraberinde getirdiği aşırı aidiyet duygusunun yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı etkiler doğuracağı ise aşikâr bir netice olarak kabul edilmektedir. Kıskançlığa çoğu zaman eşlik eden duygular arasında sayılan öfke, mutsuzluk, çaresizlik ve özgüvensizlik, sağlıklı düşünmenin önünde engel teşkil ederek zaten bir davranış bozukluğu olarak ifade edilen kıskançlığın yol açtığı abartılı ve çarpıtılmış tepkilerin kişinin iç dünyasında alevlenerek kimi zaman içine kapanma kimi zaman da bu kuvvetli duyguların dışa vurularak kişinin partner veya çevresine zarar vermesi sonucunu doğurmaktadır.
Kuşkusuz insanoğlunun dış dünya ile etkileşimi sonucu algısında oluşan yorum yanlışlarından kaynaklanan kıskançlık, dozunda olmak kaydıyla ikili ilişkilerde sevgiyi ve bağlılığı gösteren bir duygu olmakla birlikte bazen evlilikleri bile kurtaran bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Uygulamada sıklıkla karşılaşıldığı üzere eşlerin aşırı kıskanmayla birlikte birbirlerini takip ettikleri, birbirlerinin her sözünün altında başka bir şey aradıkları, devamlı olarak birbirlerinden şüphe duymaları ve hatta bazen biraz daha ileriye giderek sosyal medyalarda sahte hesap açmak kaydıyla birbirlerini denedikleri bile görülmektedir. Toplumda yerleşik olarak bulunan “seven kıskanır” kanaatinden yola çıkılarak, kimi zaman eşlerden biri veya her ikisi aşırı derecede sahiplenme ve kıskançlık duygusunu sevmekle özdeş görmekte, eşi cezalandırma, şiddet ve hatta ölümle sonuçlanan kıskançlık krizlerinin obsesif kompulsif bozuklukla benzeşen ve tedavi edilmesi gereken bir ruhsal bozukluk olduğunu farkına varamamaktadırlar.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, bu gibi durumlarda, evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olan eşlerden her birine boşanma davası açma hakkı tanımaktadır. Şayet kıskançlık, toplumsal hayata katılamama, arkadaş, aile veya çevreyle görüşememe, iftira ve hakaretlere maruz kalma şeklinde neticelerini doğuruyorsa, olağan hayat şartları içerisinde bu davranışlar ortak hayatı çekilmez kılacağından TMK m.166/1 gereği evlilik birliğinin sarsılması sebebine dayalı olarak boşanma davası açılabilmektedir.
Aşırı kıskançlık hususunda emsal teşkil eden Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 2005/13779 E., 2005/17993 K. ve 03.10.2005 tarihli kararına göre toplanan delillerle davalının aşırı kıskançlık gösterdiği, eşine ağır hakaretlerde bulunduğu ve aşırı şekilde alkol aldığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya (TMK. md. 166/1) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır.
Yazarlar
Av.Tuğsan YILMAZ
Av.Halil İbrahim ÇELİK
Didem TALGIR
Yorum yap